“TRT Gezelim Görelim” Ekibiyle

Televizyon izleyicisi şanslı! Son yıllarda görülen ilgiden olsa gerek, halk kültürünü de yansıtan gezi programları her televizyon kanalının yayın akışında birbirini izliyor. O sihirli kutu insanı kurulduğu koltuktan alıp dünyanın dört bir yanına götürüyor. Gezgin ruhlu izleyici bu programlardan birini izlemeye başladığında birden dünyanın bir kıtasında, ülkenin bir bölgesinde, kentinde, köyünde, dağında, ovasında, bayırında buluyor kendini. Belgesel nitelik de taşıyan çekimler, o yörede var olan coğrafi güzellikleri, orada yaşanan halk kültürünü sere serpe göz önüne getiriyor.

Elbette gezip görmek gibisi yok. Ancak sınırlı olanaklara sahip dikkatli bir izleyici gidip görmese de, bu programlar içinde tanıtılan yerlere, insanlara tanıklık edebiliyor. Konuyla ilgili bir başka sihirli güç, kelimeler. Üstelik nasıl zihin dinlendirdiğini bilenler bu tanıklığı kitaplar sayesinde de edinir. Bu tanıklığa elinizdeki kitapla katkı sağlayabilirsem mutlu olacağım.

Televizyonda yayınlanan gezi programları bir kültür birikimi sağlıyor. Son yıllarda Televizyon izleyicisinin beğenisini kazanan “Gezelim Görelim” gezi programı halk kültürünü yansıtmakta öncü.

10 Ekim 2009’da ekiple bir güzel yolculuk yaptık Taşköprü Yaylası’na. Ekibe Mustafa ve Zekeriya Akgül, Mustafa Akbulut ve Hasan Kantarcı Trabzon’da katıldık. izleyici için Taşköprü Yaylası’nda Akgüller Tesisleri’nde yemek tanıtımı yapacaktı Nuray Yılmaz ve ekibi. Yol boyu ayaküstü yapılacak röportajlar için erken yola çıktık.

 Yanbolu’da yaşamak

Taşköprü Yaylası’na birçok yoldan gidilse de Santa Harabeleri’ni de programa almak için Yanbolu vadisine giriyoruz.

Yanbolu deresi Yomra-Arsin sınırını belirliyor. Birkaç gün önce dağları örten karın erimesiyle çağıldayan dere gümrah gümrah. Berrak suların taşlara vurarak çıkardığı ses ürkütücü! Yörede bir söyleyişi anımsıyoruz: Dağlar sanki koptu geliyordu üzerimize. Yolun vadi boyunca bozuk satıhlı olması düşe kalka yol aldırıyor bize. Kimi yerde dere kenarına kurulu yerleşim alanlarında, kimi yerde tarlada çalıştığını gördüğümüz insanlarla ve köy esnafıyla lafa durduk.

Tandırlı’da çekim yapacak televizyon ekibini dere kenarında bırakıyorum. Az ileride balık üretim çiftliği var. Ayvaz Alabalık Tesisleri’nde Yunus’la sohbete dalıyorum. Balık üretimi yapılan tesiste kimi sorularımı cevapsız bırakıyor Yunus. Hes Projeleri ve eriyen kar sularıyla bulanıklaşan dereden dert yanıyor. Hizmet verme amacı ile idarecilerin kimi zaman kaş yapayım derken göz çıkardıklarına inanıyorum.

Ülkemizin diğer bölgeleri gibi Karadeniz’de de köy adlarının güzelliği dikkatinizi çeker. Fındıklı, Tandırlı, Çamyurt bunlardan sadece birkaçı. Doğal güzellikler kadar içinde ilginç insanlar da barındırıyor her biri.

Yomra’ya bağlı Maden köyünde birkaç komşusunu peşine takan Cemal Koç, bir süre önce yanlış uygulamalara karşı yola patates dikmesiyle dile getirmişti tepkisini. şimdi de yörede, karaağaç ve kestane ağaçlarının kurumasının baz istasyonlarıyla ilintili olduğunu söylüyor. Yağmur sularıyla bozulmuş yol zar-zor geçit veriyor. Yer yer toprak kayması oluyor buralarda. Kopmuş telefon direkleri tellere asılı, havada sallanıyor. Zekeriya Akgül, sağımızda sallanan direklerden birini göstererek; Abi bir ay önce şu direği avucumun içine oturtarak fotoğraf çektirdim, diyor. Anlıyoruz ki Yanbolu vadisi ilgisiz kalmış. Cemal Koç’a ve Yunus’a iyice hak vermeye başlıyorum.

Gezimiz yaylacıların dönüşüne rastlamıştı. Kimi yerde zil ve çırnak seslerini birbirine karıştıran koyun sürüleri, kimi yerde rengârenk puruncalarla süslenmiş ineklerle karşılaştık. Gümüşhane’nin Kaletaş yaylasına ineklerini perneğe veren Hüseyin Can’la tanıştık. Kar yağışı nedeniyle yayla sezonunun bu yıl erken bittiğini söylüyor Can. Mevsim boyu devam eden sis ve yağmurdan dolayı bu yıl hayvandan pek ürün alamadıklarını da ilave ediyor sözlerine.

Halil Aslan, Arsin’e bağlı işhan köyünde yaşıyor. Yaşlı ama dinç görünüyor. 50 dönüm arazisi var köyde. Üç aydan aya 290 lira yaşlılık maaşı alıyor devletten. Arazisinin yarısı işlenir, yarısı ormanlık alan. Yarıcıya veriyor arazisinin işlenir bölümünü. Bu uygulamadan yılda bin lira geliri oluyor. Anladık ki, devlet maaş verince toprak ihmal edilmiş. Sorduğumuzda bir çocuğum var diyor, fakat konuştukça bir erkek dört kız çocuğu olduğunu öğreniyoruz ondan. Çocukları arasındaki bu ayırımına ne kadar üzülsek de gurbette olan beş çocuğundan da özlemle bahsediyor. Halil Aslan’ın dil sürçmesini, yörede geçmişten kalan bir alışkanlık olarak algılıyoruz. Burada yöre halkıyla söyleşiye daldığımız çay salonunu işleten Murat Pulat’a bütün ısrarımıza rağmen çay parası ödeyemedik.

Yöremiz, kültürel ve coğrafi özelliklerinden ötürü her zaman ilgi gördü. Çekim sırasında Nuray Yılmaz’ın kameramana buraların isviçre Alplerinden farklı olmadığını söylediğine tanık oluyoruz. Aşağıda daha coşkun akan dere burada daha berrak ve daha dingin. Yamaçları çam ağaçları kaplamış; tepeleri kar, çimenleri vargit çiçekleri süslemiş. işhan’ı geçince Gümüşhane sınırlarına giriyoruz.

 Santa Harabeleri

Birçok köyü geçtikten sonra Santa Harabeleri’ndeyiz. Santa’ya vardığımızda, uğraş verdiği sebze bahçesinde bir elinde orakla çalışırken, bir elinde cep telefonuyla konuşan Zehra Gençtürk’e rastlıyoruz. Eşi Hamdi Gençtürk yeşile boyadığı evin avlusunda kışlık odun hazırlığı yapıyordu. Belli ki bir süre daha buradan ayrılmaya niyetleri yok. Adını verdiği al yanaklı torunu da yanlarında kalıyor yaylada. Etraftaki armut ağaçlarının bolluğu dikkatimizi çekiyor Santa’da. Rumların bu meyveye özel ilgi duyduklarını söylüyorlar. Burası, başlangıçta var olan okul, kilise, birçok ev ve alt yapı kalıntılarıyla inanç turizmine hizmet edecek nitelikte. Tarihe tanıklık ederken halbuki yapılacak tanıtımla ülkemize de döviz sağlanabilir. Geniş bir alanda yer alan kalıntılar arasında yaylacılar yaşam sürüyor.

 Santa Harabeleri sahilden 47 km. içeride, ortalama 1600 m yükseklikte. Gümüşhane’ye bağlı yedi mahalleden oluşan Dumanlı köyünde bulunuyor. Yapılan tarihi araştırma ve incelemeler geçmişte burada bir köyden çok kent yaşamının hâkim olduğunu gösteriyor. Bir zamanlar Rumların yaşadığı madenci kasabası olarak bilinen yerleşim alanında, havzada çıkarılan demir, kurşun ve gümüş madeni yataklarını Rumlar işletiyordu. Çıkarılan madenlerin işlenmesiyle el sanatları da gelişmişti. Bölgede demircilik ve kuyumculuk başlı başına bir sektördü. 1923’te burada yaşayanlar nüfus mübadelesiyle Yunanistan’a göç edince maden yatakları işletilemez olmuş. Oysa o dönemde bölge hatırı sayılır bir ekonomik düzeye erişmişti, bundan Müslüman halk da yararlanmıştı. Harabeye dönen kalıntılarıyla, yöre şimdi yaylacıların üç dört ay yaşadığı mera niteliğinde…

Santa Harabeleri’nden ayrılıp Taşköprü’ye varmak için, Yeni Çukur, Çiçekli, Taşdibi yaylasını geçerken ne güzel yer adları bunlar, diyoruz. Taşköprü Yaylası’ndayız. Çevredekilerin meraklı bakışları arasında Akgüller Tesisleri’ne giriyoruz. Tesis çalışanları bizi içten karşılıyorlar. Görüntü çekimleri için sofra başındayız. O gün, sırf bu çekimler için düştük yola.

Yapılan çekimi izliyoruz. Nuray Yılmaz soruyor Osman Akgül anlatıyor. Kameraman çekim yaparken arada bir yemekleri zumluyor.

Anlattığına göre Osman Akgül’ün en büyük hüneri yaptığı yemeğin malzemelerini göz kararıyla belirlemesi. Bunda her zaman başarılı olduğunu söylüyor. Örneğin lahana çorbası için iki avucuyla boğumlayabildiği kadar lahana alıyor tesisin bahçesinden. Diğer malzemelerin kiminden bir tutam kimini eser miktarda kullanıyor. Osman Ustadan bir de tüyo alıyoruz: Yüksek köylerde (2000 rakımda) yetiştirilen lahana ve üretilen tereyağı lahana çorbasına ayrı bir lezzet katıyormuş.

Lahana Çorbasının yapılışı:

Malzemeler; lahana, pazı, mısır yarması, renkli kuru fasulye, kuyruk(koyun) yağı, tereyağı, pirinç, mercimek, salça, su, tuz, ince doğranmış dana eti, soğan, maydanoz, yeşil sivri biber, patates, havuç, domates.

Malzemelerin miktarı, kullanılan tencerenin büyüklüğüne göre değişiyor. Önce lahana ve pazı suda haşlanıyor. Kalaylanmış bakır tencerede tereyağı ve kuyruk yağı eritiliyor. ince doğranmış dana eti, soğan, yeşil sivri biber, mercimek, pirinç karışımı ve salça yağa katılarak azıcık kavruluyor. Haşlanmış lahana ve pazı geride kalan malzemelerle bu karışıma ilave ediliyor. Su ile doldurulan tencerede yemek kısık ateşte pişiriliyor. Osman Akgül tuz ve biber kullanımında oldukça cimri. Lahana çorbası acılığıyla genzi biraz yakmalı diyor, ama toz biber ve tuz kullanımını müşterilerinin tercihine bırakıyor.

Akgüller Turistik Tesisleri’nde hazırlanan damak çatlatan kuzu şiş, pirzola, peynirli köfte, sac kavurma, kaymak, kuymak, bal, tereyağı, alabalık ve lahana çorbası olan sofrada çekimler tamamlandı. Televizyon izleyicisinin ekrandan, sadece nasıl yapıldığını öğreneceği ve görmekle yetineceği bu yemekleri, o gün yaşadıklarımızı, gördüklerimizi çekim bittikten sonra birbirimize anlatarak neşe içinde yedik. Lahana çorbası, kaymak ve kavurma favorilerim arasındaydı. Rehber olarak katıldığımız ekiple çıktığımız yolda, bir televizyon programı için yapılan çekimlerin zorluk içinde, nasıl yapıldığına da bir nebze şahit olduk. insanın doğa ile iç içe yaşaması ne güzel! Gezmek gibisi yok.

 Sevgili Okur, gezen mi çok bilir okuyan mı tartışmasını bir gezgin ve kitap kurdu olarak aramızda alevlendirmek istemem. O gün boyu yaşananlar, daha önceki geziler, bir kitabı okuyup bitirmenin huzuruna nasıl eriştirebilir ki insanı…

Bu gezi yazısı bölgemizin gezgin yazarı Pisikolog Pisikolog Hasan Kantarcı’nın Yolların İzinde kitabından yazarın izniyle alınıp yayınlanmıştır.