Her mevsimin başladığını ya da bittiğini gözler önüne seren belirtiler vardır doğada. Dağların tepesine taç kondurup sonra onun gövdesine, çok geçmeden köylere, kentlere, etekleri denize uzanan gelinlik giydirir kış; ardından her yanı çiçeklerle donatılmış balayı mevsimini emanet eder bize. ince, zarif olan bu mevsimin çoğumuz anlamayız dilinden. Onu fazla tutamayız elimizde. “Karpuz kabuğu denize düşünce” deyimi yazın habercisidir halkın dilinde. Karadeniz’in plaj görüntüsü sunmaya çalışan kent sahilinden uzak yerlerinde, serin sulara bedenini bırakan insanlar yazın geldiğini gösterir bize. Geride devam eden hayat mücadelesi sürüp giderken artık bitmek üzeredir yaz. Ilık bir rüzgârın etkisiyle kendini gösteren bir mevsim var şimdi sırada.
Kentten ayrılıp çevre beldelere uzandığımızda, tarlasından son hasadı toplamaktadır cefakâr köy insanımız. Kurumaya yüz tutmuş mısır koçanları ve zülüf fasulyeleri nazlı nazlı salınmaktadır evlerin tereğinde. Köyleri geçip daha uzaklaştıkça yayladan dönen büyük baş hayvanları görürüz yol boyunca. Çimlerin arasında vargit çiçeklerinin hüzünlü duruşundan anlıyoruz sonbaharın hüküm sürdüğünü. Biri biter biri başlar mevsimlerin. Fark etmek için kentin dışına çıkmak gerek. Doğası güzel, insanı sıcak bu yörenin…
Yoldan notlar
Bir ramazan günü ibrahim Sarı ve Mustafa Akgül ile buluşup Çarşı Mahallesi’nden yola çıktık. Taşköprü Yaylası’na vardığımızda misafiri olacağımız tesisin sahibi Osman Akgül’ün oğlu Mustafa, dağların rehberi olduğunu ispatlarcasına geçtiğimiz yerleri tanıtıyordu bize. Burası Kozdeğirmen, orası Hozarakaltı, Özdil, derken aha diyor heyecanlanarak şurası Oymalıtepe. Okulunu gösterdiğinde anlıyoruz ki Mustafa’nın köyüne gelmişiz. Köye sis çökmek üzereydi. Aracımızı bir çeşmenin yanına çekip soluklanırken Mustafa hatıralarını tazeliyordu peşi sıra. Onu zevkle dinleyip yolumuza devam ettik. Sırasıyla Armutlu Mezrası, Üçpınar ve Sırganlı yaylalarını geçtik. Gümüşki tepesine geldiğimizde bulutlar pamuk tarlasını andıran görüntüsüyle aşağılarda kalmıştı.
Karagöze Yaylası’nı aşıp Çataltepe şehitliği’ne uğramadan geçmek olmazdı. Bu yöre tarihe tanıklık etmişti. Erzincan ve Erzurum bölgesinde bulunan Türk kuvvetleriyle Ruslar arasında 1914 yılı sonunda başlayan muharebede Rus birlikleri 1916 yılının Haziran ayı sonlarına doğru Maçka (Cevizlik) doğusundaki Mataracı-Çataltepe, Taşlıtepe-Karakaban dağı doğusuna kadar ilerlemişti.
Çataltepe’de Ruslara karşı muharebede bulunan birlikler makineli tüfek takımıydı. 22/23 Haziran 1916 gecesi Çataltepe civarında yapılan muharebede 70 şehit vererek bölgeye Ruslar yerleştirilmemiştir. şehitlerin bulunduğu hâkim tepeye inşa edilen anıtın yapımında çalışan işçiler, çalışmaların yakın zamanda biteceğini söylediler. Burada anıt mezar çalışması yapan işçilerle söyleşip, şehitlere Fatiha okuduktan sonra yolumuza devam ettik. Bölgenin, en yüksek zirvesi olan 2900 rakımlı Karakaban tepesinde bolca doğa fotoğrafı çektik, vadilerde kümelenen bulutların dans edişini kameraya kaydettik.
Alişer Suyu
Tepeden inerken yorgunluğumuzu Alişer Suyu’nda attık. Söylenceye göre yaz aylarının kavurucu sıcaklarına denk düşen bir ramazan günü yöreden Ali ve ailesi de bizim gibi yayla yolculuğundadır. Susuzluktan dudakları çatlayan Ali, yolun kenarında kaynak suyunu görünce dayanamaz. Ellerini bandırıp suyun gözesinden kana kana su içer. Annesi ramazan günü yanlış bir davranış sergilemekte olan Ali’ye, “şer” deyimini kullanarak “Ali şer”, “Ali şer” diye bağırır. Çevrede yankılanan sesi duyan çobanların suya taktıkları bu tekerleme günümüze kadar ulaşarak “Alişer Suyu” olarak kalır. Mustafa, geçmişten günümüze ulaşan bu efsaneyi bize anlattıktan sonra yeni bir söylence anlatmasına fırsat vermeden yolumuza devam ettik.
Son yıllarda yapılan yollarla hareketlenen yaylalar, tesisleşme ihtiyacını da beraberinde getirdi. Girişimci yöre insanının kendi imkânıyla yaptıkları mütevazı tesisler, yerli-yabancı misafirlerin uğrak yeri, konaklama mekânıdır. Taşköprü Yaylası’nda ihtiyaç molası verip konaklayabilir, dahası birkaç gün kalmanızı özendiren ortamı bulabilirsiniz.
Dağların Bekçisi
Çiçekli Yaylası’nı geçip, 2140 rakımlı Taşköprü Yaylası’na vardığımızda Akgüller Tesisleri’nin sahibi Osman Akgül’ün misafiriydik artık.
iftar vaktine daha zaman olsa da yemek hazırlıkları erken tamamlanmıştı tesiste. Önümüzde, kocaman birer tasta lahana çorbasını görünce sevindik. Masanın ortasında yağlı dana etinden güveç, yanında yeşil salata, pirinç pilavı, içecek olarak komposto, yayla suyu ve yayla yoğurdu vardı. Yemek konusunda titiz olmasam da lahana çorbası ve yayla yoğurdunun damaklarımı çatlattığını belirtmeden geçemeyeceğim. Yayla suyu keza öyle… Yemeğin ardından çayımızı da yudumlayıp bir kısa akşam yürüyüşüne çıktık.
Çıngırak sesleri, ay ışığı ve yıldızların altında dere boyunca akan berrak suya karışıyordu. Tesise döndüğümüzde Trabzon Fatih Devlet Hastanesi’nde hizmet veren Dr. Enver iskender’le karşılaştık. O da doğa tutkunuydu. işinden fırsat buldukça burada yürüyüşler yapıyor, dinleniyor. Onunla tanıştık, oturduk, sohbet ettik.
Osman Bey itinalı giyimi ve ölçülü konuşmasıyla eski Trabzon beyefendilerini aratmıyor. Şıklığı, beyaz gömleği ve sürekli taktığı kravattan; bu şıklıktan yansıyan titizliği ütülü pantolonundan, boyalı ayakkabısından; kendine olan güveni de günlük tıraşı ve henüz dökülmeyen yandan taranmış saçlarından anlaşılıyor. Her ona bakana bu izlenimi veriyor Osman Akgül. Yılın tamamına yakınını burada geçiriyor. 2140 rakımlı Taşköprü Yaylası’nda restoran, bakkal, fırın, kahvehane ve bungalov evleriyle birlikte oteli işletiyor. Burada kendi deyimiyle dağların bekçiliğine soyunmuş adeta. Tesisleri bugünkü hale peyderpey getirmiş. Yayla turizmine katkı sağlayacaklara devletin destek vermesini bekliyor. Bu uğurda maddi kaynak sıkıntısı çektiğini ima etti bize.
Taşköprü
Taşköprü Yaylası’nın, tarihi ipek Yolu’nun (yaz yolu) Bayburt’tan sonra sahile yönelen bir kolu burada bulunan köprüden geçerek Trabzon’a ulaşıyor. Yolun geçtiği köprünün adı Taşköprü. Buradan bir yol Santa Antik Kenti’ne, bir yol Meryemana Manastırı’na ulaştığı gibi daha birçok yol civardaki yaylalara ulaşım imkânı sağlıyor.
Mehmet Bilgin ve Ömer Yıldırım, “Sürmene Tarihi” adlı kitabında, Fatih Sultan Mehmet’in Bayburt yakınlarındaki Hard ve Sinür ovalarından çıkarak Varzahan-Toronsos-Kitovabalahoru ve Yağmurdere’den Taşköprü’ye gelip buradan da Maçka-Galyan Deresi’nden Trabzon’un varoşlarını geçerek kenti ele geçirdiğini belirtiyorlar.
Gümüşhane’nin Kostan Dağı’nın kuzey eteklerinden Karadeniz’e dökülen Yanbolu Deresi’nin yukarı havzadaki adı Erzurum Suyu Deresi. Dere tabanının daraldığı noktada basit taşlarla örülmüş kemer şeklindeki Taşköprü’den aşağısı Yanbolu deresi ismini alarak, Arsin-Araklı ilçeleri arasından Karadeniz’e dökülüyor. Köprünün kimler tarafından, ne zaman yapıldığı bilinmiyor.
Yüzlerce yıl doğa şartlarına dayanarak günümüze kadar gelen Taşköprü belleğimizde tarihi miras olarak yer etmeli.
Bu gezi yazısı bölgemizin gezgin yazarı Pisikolog Hasan Kantarcı’nın Yolların İzinde kitabından yazarın izniyle alınıp yayınlanmıştır.